Sahrap Soysal’ın “Derviş Sofraları” kitabını okuyup bir yandan da bazı tarifleri denerken terbiyeli işkembe çorbasını da yaptım. Bloğu yazmaya başladığım ilk aylarda babamın işkembe çorbası tarifini verdiğimden şimdi tekrarlamadım. Bununla birlikte işkembe bambaşka bir sohbetin konusunu açtı.
Bir dönem birlikte çalıştığım, şimdi İskoçya Edinburg’ta yaşayan arkadaşım Murat’la sohbet ederken bir ara işkembe çorbası yaptığımdan söz ettim. Meğer İskoçların ulusal yemeği olan “haggis” de işkembe ile yapılırmış.
Haggis’in pişme aşaması kadar ön hazırlığı da epey zahmetli. Koyuna veya kuzuya ait karaciğer, kalp ve dil gibi sakatatlar, bir süre pişirildikten sonra ince kıyılıyor. İç yağı, soğan, yulaf ve bazı baharatlarla karıştırılıyor ve sonra da işkembeye dolduruluyor. Yaklaşık 3 saat kadar da pişiriliyor. Viski sosu da kullanılıyormuş kimi zaman. Patates ve şalgam püresiyle servis edilmesi de adettenmiş.
Bir nevi bizdeki kuzu gömleği dolmasına benziyor. Mantık aynı; içinde sakatatlar var ya haggiste olduğu gibi işkembenin içine konuyor ya da kuzu gömleği ile sarılıyor. Hiç haggis yemedim tadını bilmiyorum, arkadaşım ağır olarak nitelendirdi. Ama kuzu gömleği dolmasını çok severim. Memleketimizde kutladığımız kurban bayramlarında mutlaka yapılırdı. Yıllar oldu yemiyorum.
Sean Connery ve Gerard Butler’dan dolayı İskoçya’ya oldum olası ilgi duyduğumu itiraf etmeliyim. Nasıl bir memleket ki böylesine değerli ve yakışıklı aktörleri var 🙂 Geçmiş günlerde bir dönem Akademi İstanbul’da İngilizce eğitimi almıştım. Eğitmenimiz Isla İskoç’tu. Çok sıcak kanlı bir genç kızdı, İngilizcemizi az çok toparladığımızda Isla ile yemeğe çıkmıştık sınıf olarak. Kuru fasulye yanında kahve içmişti. O dönem gayet anlamsız bulduğum hareketini aslında doğal karşılamak lazımmış. İngilizlerin etkisiyle kahvaltıda şekerli fasulye yiyen bir millet sonuçta. Ha bu arada Mars çikolatalarını kızgın yağda kızartıp yeme alışkanlıkları da varmış.
Yeme kültürü açısından uç noktalarda gidip geliyorlar sanki, yani bizim damak tadımızla karşılaştırılınca tabii. Öncelikle dillere destan İskoç viskisini anmak lazım. Başkent Edinburg’ta dünyaca ünlü restoranlar var ki bunlardan altısı Michelin Yıldızı’na sahip.
İskoçya ada olmanın hakkını veriyor. Zaten bir biz faydalanamıyoruz sanırım üç tarafı denizle kaplı bir ülke olarak. Sözü uzatmayayım deniz mahsüllerine düşkünler için cennet burası. Oyster Barlar (istiridye bar) deniz mahsüllerine doyulacak mekanlar.
Konu işkembeden açıldı, Murat bana ballandıra ballandıra anlattı. Bir de öğrendim ki Türk Hava Yolları Temmuzdan itibaren haftada beş kez doğrudan Edinburg’a uçuş düzenlemeye başlayacakmış. THY ile uzun uçuşlar yapmışlığım var, uçağa binince memleket topraklarına adım atmış gibi oluyorum sanki, o derece önemli. Tam da doğum günümün olduğu aya denk geliyor. “Secret” yapayım belki gerçekleşir. Sonra da geriye bir uçak bileti alıp ver elini İskoçya demek kalıyor.