Yıllarca insanları kadınlar ve erkekler diye ayırmamak için direndim durdum. İnsan olma, kendini başkalarının yerine koyabilme önemliydi. Oysa “Kadınlar Venüs’ten Erkekler Mars’tan” kitabını da okumuştum, aklım başıma gelmemişti. Sonra gel zaman git zaman anıları biriktirdim, acılarım oldu, anırarak ağlamalarım. İçimdeki hakkaniyet duygusuyla direndim. Böyle davrandığım için daha da çok acı çektim. Kötünün kötüyle karşılaşması değildi derdim, iyinin hep iyilik bulmasıydı dileğim.
Kabuğumdan çıkıp etrafa kulak kabarttığımda bazen şunları duydum: “Kocalarımızı birbirimize anlattığımızda sanki aynı adamla evliymişiz hissine kapılıyoruz. Sadece dış görünüşleri ve belki ufak bazı özellikleri farklı.”
Ian’ın da o erkeklerden aşağı kalır bir yanı yok. Kendinden memnun olmadığı, işini sevmediği, yetemediğini hissettiği bir dönemde –başlarda sadece seks için!- karısını aldatıyor ve genç sevgilisiyle gününü gün ediyor. Paris’e kaçtıklarında evlenme teklif etmeyi planladığı sevgilisini karısına, yaklaşık 1 yıl boyunca bir türlü açıklayamıyor!
Louise, keyifli bir hafta sonu geçireceklerini sandığı kır evine geldiğinde kocasının tatsız sürpriziyle karşılaşıyor. Onu aldatıyor ve sonsuza dek terk ediyor.
Bunu kabullenemeyen Louise, eminim her aldatılan kadının aklından geçen yönteme, şiddete başvuruyor. Korkakça yazılan bir notla veda etmeyi planlayan kocası Ian’ı sandalyeye bağlıyor. Kimilerince onaylanmasa da amacı; ayrılık konusunu olumlu yönde çözene dek kocasını bırakmamak.
Kaderin cilvesiyle kocasının sevgilisi Sarah ile de tanışma fırsatı buluyor o saatlerde. 23 yaşındaki genç kadın oldukça güzel elbette. Bazı kadınlara aldatıldığını öğrendiğinde bir kuvvet gelir, aynı cinsten olanın erkeğe göre daha konuşulur olduğuna inanır. Louise de Sarah’ı evlerinin bahçesinde ağırlayıp kısaca sohbet ediyor ve ilişkiye dair istihbarat topluyor. Ne kadar süredir salak yerine konduğunu öğreniyor, diğer kadınla kendini karşılaştırıyor.
Bu görüşmenin hemen ardından aklına gelen kocasına o çok sevdiği kurabiyeleri pişirmek oluyor. İçine büyü katıyor ki kocası yediğinde sonsuza dek onu sevsin. Seksi bir elbise giyerek, banyoda klozete bağladığı kocasının karşısına geçip gitarıyla seranat yapıyor. Slayt gösterisiyle evliliğin mutlu günlerine yapılan hatırlatmalar da kocasını kararından döndürme çabalarının parçası. Ian artık aynı insanlar olmadıklarını, kendisini sevmediğini haykırmaya devam ediyor.
Evin bir köşesine çekilip Ian’ın kendisini yeniden sevmesini sağlamak için neler yapacağını düşünüyor. Romantik bir akşam yemeğinde karar kılıp alış veriş yapmak üzeri evden ayrılıyor. Ian ise hala klozete bağlı. Louise eve dönene dek tenha kır evinde neler neler oluyor?
Çim biçmeye gelen kötü niyetli işçi, Ian’ı o halde görünce evi soymayı fırsat biliyor. Eve gelen Louise’i de hırpalayarak banyoya hapsediyorlar. Ian baygın karısının başında içini döküyor, kendini hiç gibi hissetmesini, her şeye duyduğu nefreti açıklıyor, karısını sevdiğini söylemeyi de ihmal etmiyor.
Sevgilisinden haber alamayan Sarah’ın da kır evine gelmesiyle banyodaki esirlerin şenliği başlıyor. Cheryl Hines’in yönettiği, 2009 yılı yapımı, Meg Ryan, 1980’de Ordinary People filmindeki performansıyla “En iyi yardımcı erkek oyuncu Akademi Ödülü” ve “En iyi yardımcı erkek Altın Küre ödülü” kazanan Timothy Hutton, Kristen Bell ve Justin Long’un başrollerini paylaştığı filmin sonunda kadının fendi erkeği yeniyor.