Çiçekli ağaçları oldum olası çok severim. Dallar sallandıkça etrafa rayihası dağılır. Mimoza ağaçları da sevdiklerimin başında gelir. Bunca yıldır İstanbul’da yaşıyorum, bir türlü mimozaların çiçek açtığı zamanda adalara gidememiştim. Bu isteğimi “ölmeden önce yapılacaklar listesi”ne bile almıştım. Neyse ki bu Mart ayında dileğim gerçekleşti.
Büyükada’ya, Bostancı’dan kalkan motorlarla yarım saatlik yolculuktan sonra ulaştık. Bizim gibi güneşli havayı gören İstanbullular ile turistler de adaya akın etmişlerdi. Adayı yaya olarak gezmeyi tercih etmeyenlerin iki durağı var:
İskeleden yukarı çıkan sokakta sağlı sollu bisikletçilere rastlayacaksınız. Kiralayacağınız bisiklet ile ayağınız yerden kesilecek ancak bazı dik yokuşlarda nefesiniz de kesilecek. Kondisyonunuz iyi değilse gelin siz bu sevdadan vazgeçin. Ada size başka bir alternatif daha sunuyor:
Dört yetişkinin binebildiği faytonlar ile ada turu atabilirsiniz. Aya Yorgi Kilisesi’nin eteklerinde çay molası da verebilirsiniz.
Mimoza ağaçlarını görüp koklayıp fotoğraflarını çekeceğimizden adayı yaya gezmeyi tercih edenlerden olduk. Yol boyunca ilerledikçe ve zaman geçtikçe ümidimi yitirmeye başladım. Mimoza ağaçları neredeydi?
Yoldan geçen pisiye sordum, pek oralı olmadı. Kendisine göz süzmekte olan erkek arkadaşıyla ilgilenmeyi tercih etti.
Bahar dalına sordum; “Yol kıvrıldığında sağdaki ilk köşkün bahçesinde rastlayacaksın birine” dedi. Heyecanla ilerledim ve onu gördüm.