Ne geçmez 40 gündü öyle! Bebek bakmaktan bunaldığımdan değil, etrafın lohusa dönemine yüklediği çeşit türlü anlamdan bu haykırışım. Eski zamanlarda bunca gün dışarı çıkılmazmış. Doğrusu biz 4. gün itibariyle doktor kontrolüne gitme sebebiyle kendimizi ev dışında bulduk. Bir de sarılık olunca hastaneyi komşu kapısı yaptık. Denize duyduğum özlem nedeniyle araba içinde sahilde dolaştığımız da oldu arada. Gel zaman git zaman 40 gün doldu.
Küçüklüğümden bilirim. Evimize mis kokulu bebekler ziyarete gelir, annem de giderlerken yumurta hediye ederdi, “40 uçurmak”tı adı. Her geleneği uygulamam bu sevimli geldi. Ayşen Teyzesi ile Defne Bebek’i aldık, İnci Teyzemizi, Nursena Ablamızı ziyarete gittik.
İnci’m kapıdan içeri girdiğimizde, Defne’nin saçlarına un serpti ki saçları beyazlayana dek yaşasın, torunlarını sevsin. Sonra da yumurtalar, hediyeler, 40 uçurma ağacı, şaşırdık kaldık, sevindik, mutlu olduk.
Eskiler iyi dilekleri ete kemiğe büründürmek için bazı objeler, yiyecekler seçmiş, sonra bu gelenek görenek olmuş. Yumurta verilerek; civcivler gibi çabuk büyüyen, sağlıklı ve tok bir insan ol demek istemişler. Elinin bereketinin azalmaması, anne ve babasının elinin ekmek tuttuğunu görmesi için ekmek hediye etmişler. Şekerle; ağzının tadının bozulmaması, güleryüzlü, tatlı dilli, kalp kırmayan bir insan olması istenmiş. Bunlar dileklerin yanı sıra bebeğin yetişkin günlerine miras nasihatlar.
İnci ve Ayşen Teyzeler, Nursena Abla ile geçen keyifli saatler sonrası pozitif enerjimizi, hediyelerimizi, dileklerimizi alıp evimizin yolunu tuttuk. Hepsine teşekkür eder, öperiz.