Boğazdan sayısını anımsamadığım kez geçmişimdir böyle, genelde vapurun dışarıdaki koltuklarını tercih ederek. Omzuma aldığım merserize hırka vücuduma, ilkbaharın gelgitli havasına rağmen siper olmaya çalışırken burnum bahar tazeliğini alma telaşesindeydi.
Yapış yapış geçen günün sonunda işten ancak alakaranlık saatte eve dönebilirken, kollarım vapur korkuluğuna dayalı, biraz yorgun biraz dingin, yazın sokağa taşan yaşam izleri vururdu yüzüme.
İstanbul’u en çok, onun sonbaharda giydiği gökyüzü fotoğraflarını gördüğümde özlediğimi anladım. Görüntüler net, renkler alabildiğine çeşitli, hava insanı kendine getirir cinsten.
Bir kez çok çok kar yağmıştı. Evde hapsolup günde bir kazak örebildiğim günlerdendi. Ortaköy sahiline yürüyüp karın örttüğü boğazı nefesim kesilerek izlemiştim. Etraf şaşılası bir sessizlikteydi, nefes alarak belki büyüyü bozmak istememiştim. Ancak martılar asiydi çığırtkanlıklarıyla.
İşte böyle bir kış günü yazmaya başladım bloğumu İstanbul’da. Ders çalışır gibi; her gün iki üç tarif yapıp fotoğraflayıp gece yarısını epeyce geçene kadar ayakta kalarak. Peh peh, 4 yıl geçmiş üzerinden! Kuzinede Kızaran Ekmek’i yazanı, teknik destek vereni, takip edeni, hepimiz bir arada var ediyoruz. Kutlu olsun 4. yaşımız!
Fotoğraf, sanatına hayran olduğum Berna Mutlu Aytekin’e ait. Kutlama yaparken yanımda olmasaydı kendimi eksik hissederdim.