İş güç uğraşın arasında ancak kafamızı kaldırıyoruz ve Ankara’da gezmeye başlıyoruz. Hafta sonu durağımız Ankara Kalesi ve çevresi oldu. Meğer Kale Ankara’nın neredeyse tam ortasındaymış. Öylesine düzlük bir alan ki oturduğumuz semti uzaktan görebiliyoruz. İstanbul’da uzun yıllar yaşamış biri olarak çok ilginç geldi.”Şu tepenin arkasında, plazaların ardında, köprünün öte yanında.. ” benzeri tarifler İstanbullular için çok normal.
Ankara Belediyesi’nin Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi kapsamında Ankara Kalesi çevresinde de restorasyon ve sokak sağlıklaştırma projesi halen sürüyormuş. İyi ki evden çıkarken son anda manevra yapıp ayağıma topuklular yerine spor ayakkabılarımı geçirmişim.
Bu yazının amacı Kale ve çevresi hakkında bilgi vermek değil. Kahvaltı için seçtiğimiz iki mekana ilişkin tecrübelerimizi aktaracağım ki yakın zamanda gidecekler oradan mutlu ayrılsınlar. Ancak öncelikle eleştirimi dile getirmeden edemeyeceğim. Hatta konuya ilişkin fotoğraf çekmiştim ancak instagram bağlantımda sorun yaşadığımdan uçup gitti. Hani restorasyon çalışmaları var dedim ya, muhtemelen tarihi dokuyu koruduklarını filan iddia edecekler. Peki turizm enformasyon için kondurdukları, tarihi dokuyla yakından uzaktan ilgisi olmayan binayı nasıl açıklayacaklar acaba? Hiç yakışmamış!
Yazımıza konu olan mekan tam da bu manasız binanın karşısında: Kınacızade Konağı. Bakındığım kadarıyla kalenin çevresinde bir elin parmaklarına bile ulaşmayacak kadar az cafe var. En popüleri de muhtemelen manzarasından dolayı Zenger Paşa Konağı. İlk olarak oraya girdik ki saat 10:00 civarlarıydı. Meğer 10:30’da başlarmış servis. Balkon tarafında hava serin olduğundan içeride kahvaltı etmek istediğimizi söyledik, malum bebek var hava serin. Yok efendim olmazmış. Bu nasıl işletmecilikse şaştık. Kahvaltılarını tatmadım bir şey diyemem, ancak tavırdan memnun kalmayıp çıktık. Aman ne iyi oldu ki Kınacızade Konağı’nı keşfettik. Bizce dekoru Zenger Paşa Konağı’na göre daha iyi. Antikaları, plakları, kitapları, en önemlisi ruhu var yaaa!
Güneşin sıcaklığını şemsiye altında hissettiğimiz mütevazi bahçelerinde çok lezzetli bir kahvaltı ettik. Çeşitler çok, miktarları boldu.
Kişi başı 30 TL. Ucuz değil, tarihi mekanların genel fiyat politikaları böyle. -Ankara İstanbul’a göre daha ucuz diyorlar, ancak henüz bir örneğine rastlamadım- Hafta içi sakin olurmuş, hafta sonları fasıldan dolayı ilgi toplarlarmış.
Konak 1800’lü yılların sonunda yapılmış, 2007’de Kıvırcık Usta tarafından aslına sadık kalınarak restore edilmiş. Konağın alt katında antika eşyalar sergileniyor. Üst katta da restoran bölümü yer alıyor. Ortadaki geniş alanın yanı sıra 2 ayrı restoran salonu var. Türkiye’nin ilk haber spikerlerinden, sunucu, yazar Jülide Gülizar anısına ayrılmış bir oda da bulunuyor. Gözünüze çarpan hemen her yerde kitaplar var. Kitaplı mekanlarda olmayı, onların sayfalarını çevirmeyi, birlikte uyumayı severim. Yemek yemekten de elbette zevk alırım. Öyle görünüyor ki biz burayı uğrak merkezlerimizden biri yapacağız.